osmanlı medreselerinde eğitim veren kişi
OsmanlıÖzel Varlık Yönetimi ile özel bankacılıktan bir adım fazlasını keşfedin. Kişiye özel yatırım danışmanlığımız ile geleneksel hizmetlere ek; Eurobond, yabancı menkul kıymet işlemleri, saklama hizmetleri ile yurtiçi ve yurtdışındaki ürünleri de yatırımlarınıza ekleyin, kişisel servetinizi güçlendirin.
XVIII. yüzyılda Osmanlı ülkesine gelen yabancı uzmanlar da askerî yenileşmeyi tavsiye ettiler. Bu yüzden XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren askerî ihtiyaçları karşılamak için Avrupa’nın çağdaş eğitim kurumları örnek alınarak modern mektepler açıldı. 1734’te askerî okul olarak açılan “ Hendesehane
OsmanlıMedreselerinde Eğitim Veren Kişi - CodyCross. Burada pakette devam etmek Osmanlı Medreselerinde Eğitim Veren Kişi için tam bir çözüm bulacaksınız CodyCross Su Altı Dünyası Grup 36 Bulmaca 5.
Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulan bu kitap 1326 (1908) yılında yayınlanan medrese tahsili programına göre 12 senelik eğitim boyunca medreselerde 10.sene okutulacak dersler arasında bulunmaktadır.
Aristove Osmanlı Medresesi (*) Ebherî’nin (ölüm. 1264) İsâguci’si -Porphyrius’un “Eisagoge’si- Cumhuriyet’te nihaî olarak kapatılmalarına kadar Osmanlı medreselerinde, ilk mantık metni olarak okutulmuştu. Biz en başta, Helen felsefesinin ve özellikle Aristo’nunkinin yayılma tarihini tahlil etmeye çalışacağız.
Site De Rencontre En Suisse Gratuit. Bu yazıda “Osmanlı’da Medreselerin Eğitim Dünyasına Katkıları Neler Olmuştur?” sorusunu ve yüksek seviyelerde ihtiyaç duyulan eğitim öğretimi verilmişİlmiye sınıfı, devlet adamı ve ilim insanları yetiştirilmiştir. müftü, kadı, müderris, hekim, matematikçi, astronom vb.İslam ilimlerini ve akıl ilimlerini uzman ihtisas seviyesinde verip, bilgi üretilmesini standart sağlanmıştırBir çok bilim insanı yetişmiştirİLAVE BİLGİ NOTUMedreseler; Osmanlı Devleti’nde âlimlerin yetiştirildiği, bilginin üretildiği Devleti’nde medreseler, İslami ilimleri üst düzeyde öğreterek insanların yararına sunmayı ihtiyacı olan kültürü veren ve ihtiyaç duyulan elamanları hocalarına müderris, müderris yardımcılarına muid, öğrencilerine ise danişmend talebe, suhte sınıf Tarih kitabı TÜM SAYFALARIN cevapları İLKE yayıncılık
Prof. Dr. Remzi KILIÇTürk Eğitim ve Öğretim Tarihinde Selçuklu Medreselerinin YeriSelçuklu Devleti 1038-1157, Türk, İslam ve Dünya tarihinde çok önemli bir yer tutar. Selçuklu Devleti Maveraünnehir’den Ege kıyılarına kadar uzanan büyük bir imparatorluktu. Batı’nın Haçlı seferlerine Selçuklular başarı ile karşı koydular. Selçuklu devlet adamları eğitime ve bilimin gelişmesine önem vermişlerdir. Selçuklu medreseleri hızla gelişmiş ve ülkenin her tarafına eğitim tarihinde Ahilik gibi bir yaygın eğitim kurumu, Atabeğlik gibi şehzadelerin yetişmesi için bir uygulama ortaya çıkmıştır. Başlangıçta Selçuklu sultanları Türkçe’den başka dil bilmez ya da konuşmazken zamanla Selçuklu saraylarında Farsça ve Arapça konuşulup Sultanı Tuğrul Bey başta olmak üzere, Alparslan, Melikşah, Nizamülmülk ve Sancar gibi devlet adamları, bilginlere, sanatkârlara, öğretmenlere büyük saygı göstermişler, eğitim ve öğretimin yayılmasına Selçuklu medreseleri 1040 yılında Nişabur’da Tuğrul Bey tarafından kurulmuştur. Alparslan döneminde 1067’de Bağdat’ta Nizamiye medreseleri adıyla önemli eğitim öğretim kurumları açılmıştır. Alparslan’dan sonra Sultan Melikşah ve Başvezir Nizamülmülk’ün ilgi ve çabaları ile Bağdat, Musul, Basra, Nişabur, Belh, Herat, Isfahan, Merv, Amul, Rey ve Tûs gibi, önemli kentlere yaygın bir biçimde Selçuklu Medreseleri Medreselerinin önem kazanması ve yayılmasının başlıca sebepleri Şiî ve Fatımîlere karşı Sünnî anlayışın gelişmesi ve güçlendirilmesidir. Medreseler böylece Hanefî, Şâfiî, Malikî ve Hanbelî adlı dört Sünnî mezhebin koruyuculuğu ve yayıcılığı görevini üstlenmiştir. Genişleyen devletin yönetimi için memur yetiştirme ihtiyacı karşılanmıştır. Din adamı yetiştirme, İslamiyeti yeni benimsemiş Oğuz topluluklarının inançlarının pekiştirilmesi sağlanmıştır. Yeni ele geçirilen yerlerde halkın fethi içine sindirmeleri için aydınlatılması amaçlanmıştır. Yoksul, zekî ve yetenekli öğrencilerin okutulması ve topluma kazandırılması gibi nedenler ile medreseler kurulmuş ve Nizamiye medreseleri yüksek öğretim kurumlarıdır. Öteki Selçuklu medreseleri ise müderrislerinin durumlarına göre orta ya da yüksek öğretim kurumları sayılmışlardır. Ortaçağda bilim ve kitap yazım dili İslam dünyasında Arapça idi. Ancak Türkçe açıklamalar-şerhlerde o dönem kitaplarının kenarlarında yer almıştır. Müderrisler medreselere sultan veya vezirler tarafından atanırlardı. Öğrenciler yatılı ve burslu olarak gelir kaynakları esas olarak vakıflardı. Ayrıca devlet katkısı da yapılmaktaydı. Türk eğitim ve öğretim tarihinde; Göktürkler zamanı Orhun Kitabeleri, Karahanlılar devrinde açılan medreseler ve özellikleri, Gazneliler devrinde Sultan Mahmut, Mesut ve halefleri tarafından yaptırılan medreseler ve işleyişi, Selçuklu Medreseleri ve külliye halinde inşâası ve faaliyetleri, daha sonra Türkiye Selçukluları ve Osmanlı Devleti dönemlerinde yapılan medreseler ve genel özellikleri karşılaştırılarak, benzer ve farklı yönleri ortaya konulacaktır. Büyük Selçuklu Devleti medreselerinin işleyişi ve amaçları ayrıntılı olarak Medreselerinin Türk eğitim ve öğretim tarihinde yeri ve önemini ortaya koyabilmek için İslamiyeti kabulden önceki Türk devletlerine bakmak yerinde olacaktır. Türk Milleti’nin tarihi sürecinde devlet adamlarına rehberlik eden ve yönetimin hemen her aşamasında hizmet eden, saygın bir topluluk olan âlimleri görmek mümkündür. Bu âlimlerin nasıl yetişmiş olduğunu ve faaliyetlerini ortaya koyabilmek için Türk Devlet Geleneği’nde eğitim ve öğretim tarihinin önemli hanedanlığı olan Selçuklular zamanında medreseleri, kuruluş ve işleyişleri bakımından ele almak Çin Kaynakları, gerekse Göktürk Kitabeleri, Türklerin Müslümanlığı kabul etmeden önceki dönemlerde Türk Kültür hayatının çok ileri bir düzeyde bulunduğunu ve bilginlerin önemli bir konum ve nüfuz sahibi şahsiyetler olduklarını göstermektedir . Göktürkler 550-744 zamanında yalnızca kağanların “bilge” olmaları yetmiyordu. Türk kağanlarının yönetimindeki üst düzey görevlilerin ve komutanların da bilgi sahibi olmaları şarttı. Göktürklerdeki bu anlayış, Karahanlı, Gazneli, Harzemşahlar, Selçuklular ve Osmanlılar devirlerinde de devam etmiştir. Selçuklu, hatta Osmanlı medreseleri hakkında bilgi veren bazı araştırma eserlerin bulunduğunu biliyoruz. Ancak devletin yükselişinde olumlu, çöküşünde ise olumsuz etkisi bulunan medreseler ve âlimler hakkında, Selçuklu tarihi içerisinde eğitim öğretim kurumu olan medreselerin önemi Türk eğitim tarihi, tarihi bilinen ilk Türk toplumları ile başlar. Türkler için “Oğuz toplumunun göçüp yürümediği yol var mı? Evini tutup oturmadığı yurt var mı?” denilmiştir. Türk Töresi çocukların ve gençlerin toplum hayatına kazandırılmasında önemli bir unsurdu. Eski Türkler’de alp insan tipine çok önem verilmiştir. İyilik, cömertlik, bilgelik, cesaret, büyüklere saygı gibi hususlar bugün de geçerli olan değer yargılarıdır. Alp insanın iki temel özelliği cesaret, mertlik ve bilgeliktir .İlahi güce olan inanç Türkler’de çok önemlidir. Oğuz Kağan Destanı’nda “Gök Tanrı’ya borcumu ödedim” sözünden anlıyoruz ki, Oğuz Kağan yaptıklarıyla Tanrı’nın istediğini yerine getirmeye çalıştığına inanmaktadır. Oğuz Kağan’ın yaptığı işler, Büyük Hun Devleti gibi, bir cihan devletinin kurulmasını sağlamıştır. Göktürk Kitabeleri’nde ilahi gücün kuvvetle yaşatıldığını Destanı’nda “Tanrı Türk’ü koruduğu” için Ergenekon’dan çıktıktan sonra, atalarının eski yurtlarına sahip olmuşlardır. Bu sözlerden anlaşılıyor ki, Türklerin yaşaması Tanrı’nın isteğidir. Bu güç ve inanç Göktürk Kitabeleri’nde daha derin ve anlamlıdır. Hatta, Türklerin yurt edinmeleri, hakanlı olmaları, istiklâle, hürriyete ulaşmalarında, milli bütünlüğün teşekkülünde bile ilahi bir gücün varlığı, Tanrı’nın yardımı mevcuttur. Kültigin Kitabesi’nde, Bilge Kağan, kendisinin Kağan oluşunu evvelâ Tanrı’nın yardımına, sonra da talihine boçlu olduğunu “Tanrı irade ettiği için kendi talihim olduğu için Kağan makamına oturdum” sözleriyle ifade etmektedir. Bu durum bütün Türk Milleti’nin varlığı ile ilgilidir . Sonraki1 / 5Türk tarihi boyunca, devlet adamlarının devlet yönetiminde danışma kurumuna önem verdikleri ve devamlı suretle âlimlerin fikir ve düşüncelerinden yararlanmayı ihmâl etmedikleri görülür. Uygurlar Devleti’nde hakanlara yol gösteren ilim ve fikir adamlarına “Tayanç” ve “Kengeşci” denirdi. Oğuz Devleti’nde “Kengeş Meclisi” vardı. Büyük Selçuklular bu âlimlere “İhtiyarlar Meclisi” demişlerdir. Osmanlılar ise “Meclis-i Meşveret” adı ile bu geleneği devam Devlet Geleneği’nde kağan veya hakanların bilge olması, adaletli olması gibi en önemli hususlar, İslam Medeniyeti’ndeki Halifelik şartları arasında da yer almaktadır. Devlet başkanlarının mutlaka adaletli ve bilgili olmaları, yani ilim sahibi, âlim sıfatı da taşımaları bir zorunluluktur. Devlet yöneticileri, bilginler ile daima bir arada olur, onlarla istişare eder, telkin ve tavsiyelerini dikkate alırlardı. Selçuklu ve Osmanlılarda birçok bürokrat ve yönetici eğitim ve öğretim kurumu olan medreselerden tarihinde ve kültüründe dil yani Türkçe en önemli temel değerlerden biridir. Türkler yaşadıkları geniş coğrafyalarda, Türkistan sahasında ortak dilleri sayesinde uzun süren devletler, Büyük Hunlar, Tabgaçlar, Ak Hunlar, Göktürkler gibi hanedanlıklar ehlileştirmeleri uzak mesafelere hakim olmalarını sağlarken, demiri keşfetmeleri özellikle demirden savaş malzemesi yapmaları ve nihayet çoğalan Türk boyları arasında yurtlara ve yayalaklara yerleşme ve oraları korumak için Türk Töresi’nin yani hukukun gelişmesi Türkler’de ilkçağlardan itibaren büyük devletler kurmalarını sağlamıştır .Türklerde ilim ve ilim adamına büyük bir saygı ve değer verilmiştir. Kültür ve medeniyet kavramları içerisinde din unsurunun yeri de büyük olmuştur. Bir milletin kültürü, dinî anlayışı ile daha da zengin hale gelir. Türkler tarihleri boyunca çeşitli sebeplerden dolayı bir kaç defa büyük çoğunluk olarak din ve bir anlamda medeniyet değiştirmişlerdir. Türkler, etkin bir şekilde 751 yılında yapılan Talas savaşından sonra daha yoğun olarak Müslüman Araplar ile temas etmeye başladılar .Türklerin Maveraünnehir’de Müslümanlığı kabul etmeleri X. yüzyıl sonlarına kadar sürmüştür. Özellikle Karahanlı Devleti 840-1212 hükümdarı Satuk Buğra Han 903-962 ile Türklerin topluluklar halinde Müslüman oldukları görülmektedir. Karahanlılar dönemi, Türk Kültür ve Sanat Tarihi bakımından da çok dönemde; Camiler, Medreseler, Köprüler, Türbeler ve Kervansaraylar gibi, birçok yapılar inşâ edilmiştir. Buhara, Taşkent, Rey, Isfahan ve Semerkant gibi, şehirler başta olmak üzere birçok Türk şehri, Dinî ilimlerin öğreniminin yapıldığı merkezler haline gelmiştir. X. ve XI. yüzyılda Maveraünnehir ilmî çevresi oluşmuştur . Gazneli Sultan Mahmut 998-1030 sarayında birçok âlim ve sanat sahibini barındırmış ve himaye Devleti çok geniş sahalara hükmeden, Maveraünnehir’den Ege kıyılarına kadar uzanan muazzam bir imparatorluktu. Onun Hıristiyan Batı ile çok geniş temasları oldu. Batının Haçlı seferlerine Selçuklular başarı ile karşı koydular. Selçuklular ile Türklerin asıl gücü Batı Asya ve Anadolu’ya yöneldi . O çağda kurulan Türk devletleri Selçuklulara göre mahalli olarak Selçuklular gibi, geniş ve büyük sahalarda hüküm süren ve uzun ömürlü bir Türk imparatorluğudur. Bu nedenle diğer Türk devletlerinden ayrılırlar. En geniş tabanlı Türk-İslam kurumları bu iki büyük Türk devleti tarafından Selçuklu Sultanı Melikşah 1072-1092 ile ünlü âlim İmam Cüveynî arasında geçen bir olay ilmî bir otoritenin siyâsi iktidarın dahi üstünde olduğunu göstermektedir. Bir yıl Sultan Melikşah, hilalin gözükmesi üzerine o günü, Ramazan günü ilan İmam Cüveynî, O’nun aksine ertesi günün Ramazan olduğuna ve oruç tutulması gerektiğine dair bir fetva verdi. Sultan Melikşah, bu durum karşısında İmam Cüveynî’yi nezaketle sarayına çağırttı. Görüşme sırasında, ünlü âlim; “saltanata ait konularda fermana itaat görevimizdir. Ancak fetvaya ilişkin meseleler de Sultan’ın bize sorması gerekir” dedi. Bu cevabı haklı gören Sultan Melikşah fetvaya uydu ve âlimi saygı ile Döneminde Kurulan Medreseler ve İşleyişleriİslam dünyasının Doğusunda camilerden ayrı olarak öğretim yapmak, öğrencilerin maddi sıkıntılarını karşılamak ve Şiî propagandasına karşı halkı aydınlatmak için medrese adı ile anılan müesseseler kurulmuştur. Medreselerin resmi bir teşekkül olarak devlet eliyle kurulması X. yüzyılda Karahanlılar Devleti 840-1212 zamanına tarihçileri medreselerin ilk kurucusu olarak Selçuku veziri Nizâmü’l-Mülk üzerinde dururlar. Ancak bundan önce de pek çok medrese yapılmıştır. Gazneliler Devleti 963-1187, Sultan Mahmut, Sultan Mesut, Sultan İbrahim ve halefleri birçok âlimi himaye ederek, idareleri altında bulunan şehirlere medreseler inşaa ederek, birtakım ilmî faaliyetleri ve Gazneliler devrinde yapılan medreseler, Selçuklu devrinde inşaa edilen medreselere bir ön hazırlık ve temel oluşturmuştur. Karahanlılar devrinin bir çok âlim yetiştirdiği bilinen bir gerçektir. Bu devirde yetişen âlimler ve vermiş olduğu eserler bugün de insanlık tarihine ışık tutmaktadır. Kaşgarlı Mahmut ve Divân-ı Lügati’t-Türk, Yusuf Has Hacip ve Kutadgu Bilig, Hoca Ahmet Yesevi ve Divan-ı Hikmet adlı eserlerini hatırlatmak meşhur âlimler ve eserlerinin dışında yetişmiş olan bir çok fıkıh, tefsir, hadis, kelam, tıp, matematik ve astronomi bilginlerini de biliyoruz. Ortaçağ’da Türklerin İslamiyeti kabulden sonra X. ve XI. yüzyıllarda Maveraünnehir kültür çevresinin binlerce âlim ortaya çıkarmış olduğunu ve Maveraünnehir’in çeşitli bölgelerinde Fıkıh ve Hadis ile ilgili olarak, Gazneli Mahmud, Gazne’de kardeşi Nasır b. Sebüktigin Nişabur’da birer medrese inşâ etmişlerdir, fakat bu medreseler uzun ömürlü olmamıştır. Ancak Nizâmü’l-Mülk’ün gayreti medrese için yeni bir başlangıç olmuştur. Geçekten medreselerin devlet eliyle kurulması, öğretimin ücretsiz olması, medrese teşkilatının ayrıntılarına kadar tespiti hususu Selçukluların eseridir. Selçukluların medreseleri; ilmî gelişmeyi sağlamak, âlimlere maaş vererek devletin yanında tutmak ve Fâtımîlerin Şiilik propagandasına karşı, Sünnî akideyi müdafaa için kurduğu ifade edilmektedir .Başta Tuğrul Bey 1038-1063 olmak üzere, Alparslan 1063-1072, Melikşah 1072-1092 ve Sultan Sencer 1117-1157 gibi Selçuklu devlet adamları, bilginlere, sanatkârlara büyük saygı göstermişler, eğitim ve öğretimin yayılmasına çalışmışlardır. Tuğrul Bey, fethettiği şehirlere girdiğinde ilk iş olarak bilginleri ve din adamlarını saygı ile ziyaret ederdi. Sultan Alparslan medreseleri ülkenin her tarafına yaygınlaştırmıştı. O kendi gelirinin bir kısmını yoksullara, on’da birini de bilim adamlarına veriyordu .Nizâmiye Medresesi, Nişabur şehrinde kurulan en önemli medreselerden biridir. Bu medrese İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî için Selçuklu Veziri Nizâmü’l-Mülk tarafından kurulan Nizâmiye Medresesi’dir. İbn Cübeyr, Bağdat’ta otuz küsûr medrese gördüğünü onların en güzel köşklerden bile muhteşem olduğunu, en muazzam ve ünlü olanın ise Nizâmu’l-Mülk’ün yaptırdığı Nizâmiye Medresesi olduğunu ifade etmiştir . “Tanınmış ilim ve fikir adamlarını sinesinde toplayan maaşlı müderrisleri profesörleri aylık ve erzak tahsisatı alan öğrencileri ile meccanî öğretim yapan, ders programları tespit edilmiş ve zengin kütüphâneler ile donatılmış en yüksek öğretim müessesesi olarak medrese İslam dünyasında Sultan Alparslan tarafından kuruldu 1066. Bağdat’ta altmış bin altına inşâ edildiği rivayet olunan Nizâmiye adlı bu medreseye çarşılar, han, hamam ve çiftlikler vakfedilmişti” . ÖncekiSonraki2 / 5Dinî bakımdan Hanefî ve Şâfiî fıkıhlarını öğreten Bağdat Nizâmiyesi’nin yanı sıra, Nizâmü’l-Mülk daha sonra Isfahan, Musul, Merv, Belh gibi şehirlere de kendi adı ile anılan medreseler tesis ettirdi . İslam dünyasında bu medreselerde yetişmiş birçok âlim, zamanlarının hükümdarlarına nasihat yollu, devlet ve hükümet idaresiyle ilgili tavsiyelerde bulunmuşlar ve bu hususta eserler yazmışlardır. Bu tip eserlere genellikle “Nasihâtü’l-Mülûk” denir. Devlet adamlarına tavsiyeler ve bilgiler Sultan Melikşah’ın Atabeğliğini yapmış ve Siyaset-nâme adlı eseriyle, Kutadgu Bilig gibi, önemli bir “Siyerul-Müluk” meydana getirmiştir. Nizamül-Mülk ile Sultan Melikşah’ın arasını açmak isteyenler, âlim ve mutasavvıflara yılda dinar harcandığını, halbuki bununla yeni bir ordu kurulacağını söylerler. Melikşah Nizamül-Mülk’e bunu sebebini sorduğunda “Ey âlemlerin Sultanı, orduna bunun birkaç mislini harcıyorsun, bu askerlerin okları bir milden öteye gitmez. Oysa ben sana öyle manevi bir ordu meydana getirdim ki, onların duaları ok gibi arş’a ve Tanrı’ya kadar yükselir” diyerek, maddi kuvvetin yanında manevi kuvvetinde devlet için önemini belirtmiştir .Nizamül-Mülk, Büyük Selçuklu ülkesinde başvezir olarak görev yaparken, medreseler, ribatlar ve mescitler yaptırmıştır. Medreselere lazım olan kitapları temin etmiştir. Hepsine müderrisler, talebeler ve müstahdemler tayin etmiştir. Onlara bol gelirler ihsan eyledi. Böylece dinin ana prensiplerini yeniden canlandırdı. Kendinden önceki günlerde adetâ meçhul kalmış ve ihmal edilmiş olan ilmin ve ilim adamlarının yüzünü güldürdü. Bu duruma göre medreselerin inşaası, onun nimet ve ihsanlarından birisi olup, şerefi sadece ona ait olan hayırlı bir iştir. Bundan dolayı Selçuklu medreseleri ona nisbet edilmiş, onun ismi verilmiş ve onun adı ile anılagelmiştir. Nizamiye Medreseleri o devirde devlet kademelerinde Nizamül-Mülk’e denk veya eş kimse olmadığı için onun adı ile yaygın hale gelmiştir .Nizamiye Medreseleri olarak yaygın bir surette inşaa edilen Büyük Selçuklu medreseleri, sadece ders verilen derslikler içeren sıradan bir yapı olmayıp, son derece müştemilatlı ve görkemli yapılar idi. Medreseler “külliye” olarak yapılmışlardı. Ders verilen dersliklerin olduğu binadan başka, Müderrislerin odaları, talebelerin kaldıkları mekanlar, kütüphane, aşevi, mescit, yemekhane, spor mekanları, gezi yerleri, hamam ve diğer sosyal tesisler bulunurdu. Selçuklu Medreseleri kendi çağının en ileri ve gelişmiş eğitim ve öğretim kurumları sayılabilir. Çünkü hiç bir masraftan medreselerinde eğitim ve öğretimin dayandığı temel özellikler 1- Selçuklu devlet adamları eğitime ve bilimin gelişmesine önem vermişlerdir. 2- Medrese bir eğitim ve öğretim kurumu olarak Selçuklular ile ülkenin her tarafına yaygın bir şekilde inşaa edilmiştir. Örgün ve Yaygın eğitim kurumları haline gelmiştir. 3- Ahilik gibi bir yaygın eğitim kurumu ve Atabeglik gibi şehzadelerin yetişmesi için bir uygulama anlayışı, Selçuklu medreseleri ile ortaya çıkmıştır. 4- Selçuklular’da alp, gazi, velî insan tipleri beraber yaşar. Yeni Müslüman olmuş Oğuz boylarının arasında İslamiyetin iyi öğretilmesi ve anlaşılmasında medreseler önemli bir işlev görmüştür .Tuğrul Bey, “Kendime bir köşk yaptırıp, yanında bir câmi yaptırmazsam Tanrı’dan utanırım” diyordu. Fethettiği şehirlere girdiğinde ilk işi bilginleri, din adamlarını saygı ile ziyaret etmekti. Sultan Alparslan, medreseleri zamanında ülkenin her tarafına yaygınlaştırmıştı. O kendi gelirinin bir kısmını yoksullara, on’da birini de bilim adamlarına veriyordu . Nizamül-Mülk Selçuklu ülkesinin bütün şehirlerine mutlaka bir medrese kuruyordu. Medreselere de gelir için birtakım yerleri medreselerinin yaygın hale gelmesinin bazı sebepleriSünnî-Hanefî olan Selçukluların, çevrelerindeki Şiî ve Fatımîlerin mezhep porpogandalarına karşı koyma ihtiyacı. Medreseler böylece dört Sünnî mezhebin koruyuculuğu ve yayıcılığı görevini imparatorluğun yönetimi için memur yetştirme adamı yetiştirme veya yetenekli öğrencileri okutup topluma kazandırma ele geçirilen ülkelerin manen fethini sağlamak için insan yetiştirme yeni din olarak seçmiş olan Oğuz topluluklarının inançlarının sağlamlaştırılması gibi, amaçlar gözetilmiştir. Selçuklular’da Bağdat Nizamiye medreseleri yüksek öğretim kurumu iken, diğer medreseler müderrislerin düzeyine göre orta ve yüksek öğretim Nizamiye Medreselerinde başlıca okutulan derslerDin ve Hukuk dersleri; Kur’an-ı Kerim, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam,Dil ve Edebiyat Dersleri; Arap Edebiyatı, Farsça, Nahiv, Sarf, Şiir, Hitabet, Tarih, Cerh ve Tadil, Edeb,Felsefe Dersleri; Felsefe, Mantık,Müsbet Bilim Dersleri; Tıp, Cerrahi, Riyaziye, Hesap, Hendese, Nücum, Heyet, Tabiiyat, Müsellesat dersleridir. Nizamiye Medreseleri, esas olarak din, hukuk, dil öğretimi öğretimi daha çok hastanelerde yapılıyordu. Selçuklular’da hastane-tıp okulu durumundaki kurumlara Bimaristan veya Darüşşifa ile ilgili bilimler çok geçmeden programdan çıkarılmış ve yerini Kelam almıştır. Felsefe’ye ilk ciddi tepkinin Bağdat Nizamiye medreselerinde 1091-1095 yılları arasında rektörlük ve müderrislik yapan Gazali’den geldiği ileri sürülmektedir. O Felsefe’nin şüpheci yöntemine ve dinin bununla yorumlanmasına “inancı sarsıyor” diye karşı çıkmıştır. Gazali “aklın” değil “kalbin” imanın hakimiyetini esas alan tasavvuf yolu ile mutlak gerçeğe ulaşılabileceğine inanmış, bu yolda aklı ve Felsefe’yi yetersiz görerek eleştirmiştir .Öğretim dili ve yöntemi Ortaçağ’da İslam dünyasında öğretim, bilim ve kitap yazım dili esas olarak Arapça idi. Fakat bazı kitaplarda Türkçe açıklamalar bulunmaktadır. Türkçe’nin kısmen kullanıldığı anlaşılmaktadır. Medrselerin öğretim yöntemi daha çok ezbere dayanıyordu. Tartışmalar yapılıyordu. Belli bir öğretim süreleri yoktu. Yıl bitirme değil, belli kitapları okuma amaçlanıyordu. Bu da öğrencinin çabasına ve müderrisin takdirine kalmıştı. Fakat yüksek öğretim medreselerinin en az beş yıl sürdüğü tahmin asıl gelir kaynağı vakıflardı. Devlet hazineden yardım yapmakla beraber bazen sultanlar bizzat para desteği sağlarlardı. Medreseler mezhepler arası dayanışmanın yanı sıra toplumda ortak düşünce ve emellerin güçlenmesinde devlet görevlerine adam yetiştirmede önemli katkılarda bulunmuşlardır. Selçuklu eğitim ve öğretim kurumlarında ilköğretim düzeyindeki mekteplere Küttap’ta denilirdi. Bu ilk okullarda okuma-yazma öğretilir, Kur’an, Din ve Aritmetik eğitimi başlıca yaygın eğitim kurumları Cami ve Mescitler, Bilgin Evleri, Saraylar, Kitapçı Dükkanları, Kütüphaneler, Ahilik ve Atabeğlik’de Selçuklular’da yaygın birer eğitim Türkler’de şehzâdelere siyaset ve savaş işlerini öğretmek, onlara danışmanlık yapmak için bazı tecrübeli kişilerin görevlendirilmesidir. Bu çok eskiden beri var olan bir uygulama idi. Ancak Selçuklular bunu bir kurum haline getirmişlerdir. Sultan Melikşah’ın Atabeği Nizamül-Mülk Atabeğlik çok yüksek ve resmî bir görev ve unvandır. Büyük Selçuklu sultanlarına bağlı Atabeğler, başında bulundukları geniş yörelerin adetâ yarı bağımsız bir hükümdar vekili naibi idiler . ÖncekiSonraki3 / 5Medresenin hocaları olan müderrisler Hükümdar veya Vezir tarafından atanırlardı. Her medresede en az bir müderris vardı. Bağdat Nizamiyesi müderrislerinin Şafiî mezhebinden olmaları şarttı. Müderrisler genellikle ölünceye kadar görevde kalır, cüppe ve sarık kullanırlardı. Maaşları dolgun ve toplumda saygın Muid denen bir görevli yardım ederdi. Muid öğrencilere rehberlik, danışmanlık yapardı. Şiilik ve Batıniliğe karşı Sünnî inançları savunmak amacıyla açılan Nizamiye medreseleri, zamanla siyasal otoritenin emrinde, hocaları devlet tarafından atanan ve maaşları devlet tarafından ödenen, programları devlet tarafından belirlenen, kitapları devlet tarafından seçilen ve başka kitap okutulmayan bir öğretim kurumu haline getirildiler .Anadolu Selçukluları ve Beyliklerinde Kurulan Başlıca Medreseler Anadolu Selçukluları ve Beylikleri tamamen Büyük Selçuklu medreselerinden kaynaklı olarak kurulmuş ve yönetilmiştir. Anadolu’da medreselerin yanına bir câmi, bazen hamam ve kütüphaneler yapılarak bir külliye oluşturulmuştur. Kayseri’de; Hunat Hatun, Sahabiye, Hacı Kılıç, Gevher Nesibe Darüşşifası, Konya’da; Karatay, Sırçalı, İnce Minareli, Altun Aba, Sivas’ta; Buruciye, Gökmedrese, Çifte Minareli, Erzurum’da; Çifte Minare, Yakutiye medreseleri gibi, pek çok eser vücuda getirilmiş ve halen İslam dünyasında çok kıymetli eserlerin verilmiş olduğunu görmekteyiz. Farâbi’nin; Medinetü’l-Fâdıla, Siyâsetü’l-Medeniyye, İmam Gazzâli’nin; Nasihâtü’l-Mülûk, Mâverdi’nin; El-Ahkâmü’s-Sultâniyye, Nizâmül-Mülk’ün; Siyâset-Nâmesi bu vesile ile zikredilebilir. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı Devleti, kendi çağlarına göre ileri bir toplum düzenine dayanmaktaydı, diyebiliriz. Osmanlı ilmiye teşkilâtını; müderrislik, kadılık, kadıaskerlik ve şeyhülislamlık olmak üzere dört ana başlık altında toplamak mümkündür. Osmanlı eğitim ve öğretiminin en önemli müessesesi hiç şüphesiz ki, medreselerdir. Osmanlılar’da medreseler genel olarak orta ve yüksek tahsil tedrisatı yapılan kurumlardır .Osmanlı Medreseleri ve İşleyişleriOsmanlı Devleti’nin kuruluşunu müteakip padişahlar ve devlet adamları eğitim ve öğretim faaliyetlerine önem verdiler. Devletin hızla genişleyen topraklarından başka öteki İslam ülkelerindeki ve özellikle kendilerden önceki Selçuklu ve Anadolu Selçuklularını örnek alarak benzeri özel medreseler açmaya başladılar .İlk Osmanlı Medresesi İznik’te Orhan Gazi tarafından 1330’da kurulan “İznik Orhaniyesi “adını alan medresedir. Orhan Gazi bu medresenin başına Kayserili Davut efendiyi müderris olarak getirmiş ve medrese için vakıflar tesis etmiştir .Yine İznik’te Süleyman Paşa kendi adına bir medrese kurmuştur. Osmanlılar’da medreseler hem program hem de mimarî bakımından büyük bir gelişme gösterdiler. I. Bayezid Han Bursa’ya camiler ve medreseler inşâ ederek bir ilim merkezi haline gelmesini sağladı. Bundan sonra birçok medrese kurulmuş ve Osmanlı ülkesinin her tarafına yayılmıştır. Osmanlıların ilk bir buçuk asır zarfında yaptıkları medreselerin derece itibariyle en mühimleri, İznik, Bursa ve Edirne medreseleri idi .Osmanlı Devleti’nde resmî bir müessese olarak medreselerin devlet nizamı içinde yer alması Fatih Sultan Mehmet’in kendi adıyla kurduğu “Fatih Medreseleri” ile başladı . İstanbul’un fethinden sonra medrese nizamına hız verildi. Fatih Sultan Mehmet şehirdeki kilise ve manastırları medrese haline getirdi. Fatih Medreseleri’nin kurulması Osmanlı medrese teşkilâtı için bir yenilik Kanunnâmesi’nde “Sahn-ı Semân” diye adlandırılan medreselere Semâniye Medreseleri’de denir. Bu medreseler; Haşiye-i Tecrid, Miftâh, Kırklı, Ellili, Hariç, Dâhil, Sahn-ı Semân, Altmışlı olarak zikredilebilir. Osmanlı Medreseleri’nde; Kelam, Mantık, Belagât, Lügat, Nahiv, Matematik, Astronomi, Felsefe, Tarih, Coğrafya gibi ilimlerin yanında Kur’an İlimleri, Hadis ve Fıkıh gibi dersler de okutuluyordu . Osmanlı medreselerinde uzun bir süre dinî ilimlerin yanı sıra müsbet ilimler XVI. yüzyılın sonuna kadar Sultan Mehmet’in yaptırdığı Sahn-ı Semân ya da Medâris-i Semâniye denen sekiz yüksek düzeydeki medresenin her birinin on dokuz hücresi derslik vardı. Sekiz müderrisin birer odası ve elli akçe gündeliği vardı. Her medresede bir odası ve beş akçe gündeliği bulunan, ekmek ve çorba verilen birer muîd müderris yardımcısı medresenin on beş odasına ikişer akçe gündelik, ekmek ve çorba verilen birer danişmend talebe yerleştirildi. Geri kalan iki oda kapıcılara ve ferraş denen temizlikçilere ayrılmıştı. Tetimme medreseleri ya da Mûsıla-i Sahn denen sekiz medrese ise orta öğretim düzeyinde idi. Her medresede on bir oda vardı. Her odaya suhte Softa denen üç kadar öğrenci yerleştirilmişti. Fatih ayrıca camiye çevrilen Ayasofya Kilisesi’nde ve Eyüp Camii’nin yanında medreseler yaptırdı. Ayasofya Medresesi Sahn derecesinde idi. Ayasofya’nın ilk müderrisi Molla Hüsrev’dir .Süleymaniye Medreselerini ise, Kanuni Sultan Süleyman kurmuştur. Babası Yavuz Sultan Selim adına Yenibahçe’de bir medrese yaptırmıştır. Daha sonra da 1544’de şehzade Mehmet için bir medrese açtırdı. Fakat Osmanlı Devleti’nin en ileri durumundaki müesseselerinden biri 1550-1557 yılları arasında kurulan “Süleymaniye Medresesi” ordunun, tabip, cerrah, mühendis ihtiyacını göz önünde tutan Kanuni Sultan Süleyman, İstanbul’daki Süleymaniye Camii yanında bir Tıp Medresesi, Dârüşşifâ, Riyâzıyât Matematik öğrenimine mahsus dört medrese, bir Dârü’l-Hadis ve bir Tetimme tesis etmiştir . Kanuni’de inşâ ettirdiği medreselere bazı gelirler ve vakıflar tahsis Sultan Mehmet’in Sahn-ı Semân Medreseleri; Tefsir, Usul-i Fıkıh, Fıkıh, Kelâm, ve Arap lisaniyatı üzerine tedris yapan İlâhiyat, İslam Hukuku ve Arap Edebiyatı Fakültesi idi. Henüz müspet ilimlere mahsus olan Tıp ve Matematik fakülteleri yoktu. Bu ihtiyaç göz önüne alınarak mevcuda ilâveten; Tıp, Riyâziye Matematik fakülteleriyle bir de Dârü’l-Hadis isimli medreseler yapıldı . Dâru’l-Hadisler en yüksek dereceli medreselerde açılan bir öğretim kurumu olarak Medresesi İstanbul’un yedi tepesinden biri üzerine kurulmuştu. Medreseler’de haftada dört gün ders okutuluyordu. Her medresede talebelerin yatıp kalkması için hücre denen medrese odaları vardı. Talebelere günde iki defa yemek verilirdi. Süleymaniye Medreseleri yâni Sahn-ı Süleymaniye yapıldıktan sonra Dâhil Medreselerini tamamlamış olan talebelerden arzu edenler Sahn-ı Seman’a arzu edenler Sahn-ı Süleymaniye’ye devam ederlerdi. Süleymaniye medreseleri yapılıncaya kadar en yüksek müderrislik Sahn-ı Semân müderrisliği iken, Süleymaniye Medreseleri’nin inşâsından sonra müderrisler İbtidâ-i altmışlı yâni altmış akçe yevmiyeliden başlayarak Hareket-i altmışlı, Mûsıla-ı Süleymaniye Hamise-i Süleymaniye ve Süleymaniye ve müderrisliğin son kademesi olarak Dâru’l-Hadis’i Süleymaniye müderrisliğine yükselirdi .Osmanlılar’da kadılık, şer’i ve hukukî hükümleri tatbik eden, aynı zamanda hükümetin emirlerini yerine getiren bir makamdır. Kadılar’a “Hâkimü’ş-Şer” veya Hâkim’de denir. Osmanlı Devleti ile birlikte Kadılık Teşkilâtı’nında kurulmuş olduğunu görmekteyiz. Kadılar’ın en önemli ve sürekli gelirleri, yaptıkları hizmetlerden alınan ve Padişah fermanıyla belirlenen harçlardı. Türkiye Selçukları da bunu Osmanlılar’dan evvel bulundurmuşlardır. Kadıaskerler vezir-iazam tarafından tayin edilirdi .Osmanlı Devleti XVI. yüzyılın sonlarına doğru gerilemeye başlayınca, ulemâdan kimi şahsiyetlerin, devlet idaresi ve yönetimdeki bozulmaların düzeltilmesi ile ilgili düşüncelerini padişahlara zaman zaman eserler ve lâyihâlar halinde sundukları görülmektedir . Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla beraber tesisine başlanan medreseler , devletin gerilemesine paralel olarakta bozulmaya başlamıştır. Bozulan medreselerden mezun olan ulemâ da kendi sahasında yetersiz olmakla kalmayıp, bütün kötülüklerin kaynağı gibi görülmeye sonra Kanuni Sultan Süleyman zamanında Medreseler’de Riyâziyât Matematik ve Tabiat dersleri çok önem kazanmıştır. Fakat bunlardan sonra bu derslere karşı düşmanlık başladı. Müspet ilimlerin kaldırılmasına ve Medrese eğitiminin bozulmasına karşı ilk tepki XVII. yüzyılda Kâtip Çelebi1609-1658’den gelmiştir. O “Mizânu’l-Hak fi İhtiyâri’l-Ehak” adlı eserinde; “medreselerin içine düştüğü aymazlığı, gafleti müderrislerin bilgisizliğini ileri sürmüş ve öğretimde doğru yöntemlerin uygulanmasını, Batı’daki bilimsel gelişmelerden yararlanılmasını önermiş ise de bu görüşleri dikkate alınmamıştır . ÖncekiSonraki4 / 5SonuçBüyük Selçuklu Devleti medreseleri, kendinden önceki Türk devletlerindeki toplum hayatından, genel ahlak anlayışından, Türk Töresi ve hakimiyet geleneğinden oldukça etkilenmiş ve beslenmiştir. Ayrıca İslamiyetin inanç esasları, Müslümanlığın toplumsal kuralları, ilim ve araştırma emirleri, Karahanlı, Gaznelî, Abbasî ve diğer çevre devlet yaşantıları ve etkileri doğal olarak Selçuklulara kaynaklık İran, Anadolu, Maveraünnehir, bugünkü Türkmenistan ve Özbekistan toprakları, Azerbaycan, Irak, Suriye ve Afganistan coğrafyalarında yoğun bir etki ve izler bırakmıştır. Selçuklular, eğitim ve öğretim hususunda, medreselerin kuruluş ve işleyişinde kendinden önceki Müslüman Türk devletlerinden Karahanlılar ve Gazneliler’den oldukça kendinden sonra ise, Türkiye Selçukluları, Memlükler, Eyyubîler, Musul Atabeğleri, İldenizler, Akkoyunlular ve Osmanlı Devleti gibi hanedanlıkları olumlu etkilemiştir ve onlara örnek olmuştur. Osmanlı Devleti, Büyük Selçuklu medreselerinden ve onların eğitim öğretim faaliyetlerinden oldukça etkilenmişlerdir. Osmanlı medreseleri ayrıntılı olarak verilmiş ve Seçuklu medreselerinin yöntemleri aynen kabul Selçuklu medreseleri Anadolu Selçukluları ve Osmanlı Devleti için eğitim ve öğretim de temel ve esas model teşkil etmiştir. Medreselerde sınıf geçme yerine ders geçme esası vardı. Bir öğrenci istediği hocadan istediği dersi alırdı. İlla bir medresede bir öğrencinin öğrenimini tamamlaması mecbur da değildi. Böylece son derece verimli bir akademik rekabet esası getirilmişti. Başlangıçta medreseler de; aklî, naklî ve şer’i ilimler bir arada tedris ediliyordu. Taşrada ki medreselere “müderris” yetiştiriliyordu. Sonraları kadı, müftü, cami hizmetleri, kâtiplik gibi sahalarda da görevliler medreseler Selçuklu ve Osmanlı toplumunun bürokrat, asker, doktor ve yargıç gibi her türlü eğitilmiş elemanını sağlıyordu. Başvezirliğe kadar devletin her türlü kademesinde görev yapan ulemânın toplum üzerinde etkili bir itibarı vardı. Selçuklu ve Osmanlılar’da kadılar, müderrisler, öğretmenler, imamlar, doktorlar, matematikçiler, astronomi bilginleri ve din âlimleri hepsi medrese de eğitim gören ve toplumda önemli rolleri olan aydın kimselerdi. Müderrisler ve diğer din hizmetlileri de maddi bakımdan rahat bir hayat müderris, medreseden mezun olup diploma aldıktan sonra mülâzemet ve kadıasker defterine kaydolunarak, en aşağı derecede olan Haşiye-i Tecrit medresesi müderrisliklerinden birine tayin edilirdi. Daha sonra sırasıyla Miftâh, Kırklı, Hariç-Ellili medreseleri müderrisliklerine yükselirlerdi. Kadıaskerler’inde hazır bulundukları imtihanda başarılı olduğu takdirde Sahn-ı Semân medreselerinden birine terfi ederdi. Bu son müderrisliği bu günkü anlamda profesörlük ile mukayese etmek mümkündür .Selçuklu medreselerinde meselâ Bağdat Nizamiyelerinde 6000 öğrenci okuduğu ifade edilmektedir. Öğrenciler medreselerin yanında veya yakınında imaretlerde yiyip içerler ve birçok derslerini büyük camilerin bir köşesinde müderrislerin rahlesi çevresinde diz çöküp oturarak takip ederlerdi. Medreseler bir hayli çoğalınca devletin hakimiyet sahası da genişleyince, tam kâmil müderrisler her yere verilememiş ve imkanlar daralmaya Türkçe eserler olmakla birlikte asıl kaynak kitaplar, dini anlamak için olduğundan Arapça idi. Medreselerin bozulmasında tefekkürü faaliyete geçirecek olan Matematik ve Felsefe gibi aklî ilimlerin terk dilmesi, bunların yerini tamamen naklî ilimlerin almış olması birinci derece de etken olmuştur . Bundan sonra medreseler de müsbet ilimler okutulmaz hale medreselerinde çöküş, Sultan Sencer zamanında 1157’ de devletin yıkılışı ile başlamıştır. 1258’de Bağdat’ın Hülagu ve Moğollar tarafından istilâ edilmesiyle hızlanmış ve bazı kötü niyetli yöneticiler medreselerin gelirlerine el koymuşlardır. Moğolların Bağdat’ı işgal ve tahripleri nedeniyle Nizamiye medreselerinin eski önemi git gide kaybolmuştur. 1400 yıllarının başlarında Bağdat Nizamiye medreseleri yok edilmiştir. Osmanlıların ise Selçuklu devlet geleneği ve eğitim öğretimde Selçuklu medreselerini kendilerine esas aldıklarını, hatta daha da geliştirmiş olduklarını açıkça A. Adnan, Osmanlı Türklerinde İlim, Hazırlayan Aykut Kazancıgil – Sevim Tekeli, 4. baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, 12. baskı, Pegem Akademi Yayınları, Ankara, Feda Şamil, “Osmanlılarda Kadılık Müessesesi”, OTAM, S. 8, Ankara, 1997, ss. 1-72.ATAY, Hüseyin, Osmanlılar’da Yüksek Din Eğitimi, Dergah Yayınları, İstanbul, Cahid, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, Enderun Kitabevi, İstanbul, Cavit, Türkiye’de Eğitim Bilimleri Tarihi, M. E. B., İstanbul, Neşet, İslam Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, Ahmet, İslam’da Eğitim Öğretim Tarihi, Terc. Ali Yardım, Damla Yayınları, İstanbul, 1983. Defterdâr Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler, Nesâyıhü’l-Vüzerâ ve’l-Ümerâ, Derleyen ve Çeviren Hüseyin Ragıp Uğural, İzmir, Osman Nuri, Türk Maarif Tarihi, I-II, İstanbul, Erol, Tarihte Türkler, Ötüken Yayınları, İstanbul, İbrahim, Türk Millî Kültürü, 8. baskı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, Ziya, İslam Müesseseleri Tarihi, Kayıhan Yayınları, İstanbul, Zekeriya, Türkistan’da İslamiyet ve Türkler, Konya, Hasan Ali, Türkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi, İstanbul, Bey, Koçi Bey Rsâlesi, Sadeleştiren Zuhuri Danışman, M. E. B., İstanbul, Ercüment, Türkiye’nin Batılılaşması ve Millî Meseleler, Derleyen Mümtaz’er Türköne, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2. baskı, Ankara, Erdoğan, Müslüman -Türk Devletleri Tarihi, K. Basımevi, Ankara, Salih, Türk Eğitim Tarihi, 3. Baskı, Bizim Büro Basımevi, Ankara, Ali, Ötüken Türk Kitâbeleri, Ötüken Neşriyat, İstanbul, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I-III, M. E. B., İstanbul, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk- İslam Medeniyeti, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, Mümtaz, Kültür Değişmeleri, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fak. Vakfı Yayınları, İstanbul, Ahmet, Epigrafi ve Paleografi, Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri, 1994.—————–, Osmanlı Siyâset-nâmeleri, Kültür ve Sanat Yayınları, ?, Fahri, “Bir Alimin Hayat Hikâyesi ve Klâsik Osmanlı Eğitim Sistemi Üzerine”, OTAM, S. 8, Ankara, 1997, ss. 365-391.UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı, T. T. K., Basımevi, Ankara, İsmail, “Osmanlı İlmiye Teşkilâtı ve Şeyhülislamlar”, Türk Yurdu, C. 19-20, S. 148-149, Ankara, 2000, -187.YAZICI, Nesimi, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fak. Yayınları, Ankara, 1992. Önceki5 / 5Sayfalar 1 2 3 4 5
Bu bulmacanın çözümü 8 harftir ve M A harfi ile başlar Aşağıda, Osmanlı medreselerinde eğitim veren kişi için doğru cevabı bulacaksınız, eğer bulmaca'ü bitirmek için daha fazla yardıma ihtiyacınız olursa navigasyonunuza devam edin ve Arama fonksiyonumuzu deneyin. cevabı biliyor musun? diğer bulmacar Müderris Ders veren, profesör Müderris Eski zaman profesörü, eski dilde üniversite hocası benzer bulmaca Eğitim veren kişi, muallim Eskiden çocuğa evde eğitim veren kadına verilen ad Eskiden çocuklara evde eğitim veren kadın Lisans seviyesinde askeri eğitim veren kurum Okul dışında eğitim veren özel kuruluş Bir eğitim programına adını veren filozof Bir eğitim kurumundan ders alan kişi, öğrenci Mesleki eğitim almadan uzmanlaşmış kişi Hinduculukta genellikle bir guru ya da kutsal bir kişi tarafından verilen dinsel eğitim Eğitim gören kişi, talebe Bir yerde eğitim alan kişi talebe İş öğrenmek için uygulamalı eğitim gören kişi Yetkili kişi ve kuruma gizlice bilgi veren kişi Kendi adını taşıyan tarihiyle ünlü osmanlı tarihçisi, osmanlı vakanüvisi Orta çağ'da osmanlı devleti'nin moldova'da lehler için tasarladığı osmanlı sultanın resmi görevlisi Osmanlı devletinde iki alaydan oluşan askeri birlik. osmanlı devletinde il ile ilçe arasında yer alan yönetim biçimi. eski dilde sancak Osmanlı'da mali işlerle ilgili en yetkili kişi Osmanlı devleti'nde padişahların yiyecekleri yoğurdun temini ve korumasıyla görevlendirilen kişi Osmanlı'da sarayların bakımıyla görevli kişi Osmanlı'da, misafirleri ağırlamakla görevli kişi Son Bulmacalar Divan edebiyatı şairinin kendini övdüğü manzume Teniste milimetrik hesap yapan çizgi teknolojisi Korkak, kemal sunalın mülayimi oynadığı film En küçük kemik olan üzengi, burada bulunur Bir neşet ertaş şarkısı, allı İstanbulda 2 kez kupa kaldıran ingiliz takımı Bir ayakkabı türüne benzetilen ülkenin ana dili Tutku, büyük arzu
GİRİŞ Medrese, sözlükte okumak, anlamak, bir metni öğrenmek ve ezberlemek için tekrarlamak anlamına gelen ders dirâse kökünden gelen bir mekân ismidir. İslam dünyasında gelenekçi yöntemlerle idare edilen eğitim kurumları olan medreseler X. yüzyılda Irak’ta ortaya çıkmakla birlikte kurumsallaşmalarının XI. yüzyılın ilk yarısında Horasan ve Mâverâünnehir’de Gazneli, Karahanlı ve Büyük Selçuklu siyasi çevrelerinde gerçekleştiği bilinmektedir. Osmanlıda İslam eğitim sisteminin temelini medreseler oluşturmaktadır. Bundan dolayı Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine kadar medreselere büyük önem verilmiştir. Kuruluş döneminden başlayan medrese sistemi giderek önem kazanmıştır. Ayrıca bu mekanlar devlete önemli katkılar sunmuştur. İlk medreseleri başkentlere yaptıran Osmanlılar daha sonra devletin genişlemesi ile köylere kadar medreseler yaptırmıştır. Fatih zamanında çok hızlanan bu yapılaşma yıkılışa kadar belirli düzeylerde devam etmiştir. Yapılan medreseler sadece eğitim kurumu değil aynı zamanda bir kültürü temsil etmiştir. Bu yapıları genel olarak padişah yapmasına rağmen bazen halkta kendi gayretleriyle medrese inşa etmiştir. İLK MEDRESELER İlk Osmanlı medreselerinin şekillenmesinde diğer İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerinden Osmanlı’ya gelmiş olan bilim adamlarının fikirlerinin ve eğitim-öğretim anlayışlarının katkısı görülmektedir. Ayrıca bunların nerede açıldığı konusu da tartışmalıdır. Ancak genel kanı ilk medrese olarak Orhan Gazi’nin 1331’de kurduğu İznik Orhaniyesi adını da taşıyan İznik medresesi gösterilebilir. Bu medreseye ünlü âlim Dâvûd-i Kayseri, ardından Tâceddin Kürdî müderris olarak atanmıştır. Daha sonra medrese sayıları hızla artmıştır. Yıldırım Bayezid, Çelebi Mehmed, II. Murat ve devlet ricalinin yaptırdığı yirmi bir medrese ile Bursa cazip bir ilim merkezi olmuştur. Bursa’da ilim faaliyetleri devam ederken Edirne fethi ile eğitim faaliyetleri Edirne içinde etkili olmaya başlamıştır. Burada Çelebi Mehmet zamanında iki, II. Murad döneminde ise dokuz medrese faaliyete başlamıştır. Daha sonraki süreçte özellikle önceden değindiğimiz gibi Fatih zamanı medrese sayıları oldukça artmıştır. Fatin Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi ile yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönemde medreseler padişahın desteği ile çok iyi bir ivme kazanmıştır. Ayrıca bunlar yükseköğretim kurumu özelliği kazanmıştır. 15. YÜZYIL VE SONRASI MEDRESELER Osmanlı klasik dönemine geçtiğimiz zaman medreseler imparatorluk içinde yaygınlaşmaya devam etmiştir. Sadece imparatorluğa başkent olmuş iller değil Anadolu’nun muhtelif yerlerine de çok sayıda medrese yapılmıştır. Fetih siyaseti ile hızlanan toprak kazançları ile genişleyen coğrafyada fethedilen yerlere de medreseler yapılmıştır. Bu medreseler sadece eğitim kurumu değildir. Ayrıca bir kültür yansıması olarak da yeni topraklarda yerini almıştır. Özellikle Balkan şehirlerinde medreseler kurulmasına önem verilmiştir. İlk olarak bu dönemde Fatih Sultan Mehmet, Eyüp Medresesini açmıştır. Daha sonra 1470 yılında tamamlanan Fatih külliyesi içinde sekiz medreseden oluşan Sahn-ı Seman Medresesi ve bunların bir sıra gerisinde bulunan sekiz Tetimme Medresesi hizmete girmiştir. Üç Önemli Külliye Bu medreseler sayesinde klasik medrese görüntüsü değişmiştir. Bununla beraber medreseler daha sistemli bir üniversite ve araştırma merkezi görüntüsü almıştır. biri Amasya’da 1481-1486, diğeri Edirne’de 1484-1488, üçüncüsü de İstanbul’da 1501-1505 kendi adıyla anılan semtte inşa ettirdiği üç önemli külliye içerisinde medreseler kurmuştur. İstanbul’daki medresenin ayrı bir önemi bulunmaktadır. Bu medreseye şeyhülislamlar müderris olarak atanmıştır. Aslında padişahın bu hareketi ile medreselerdeki eğitime ne kadar önem verdiğini devlet içinde göstermiştir. Dönemi takip eden padişahlar medrese hususunda aynı hassasiyeti göstermiştir. Sahn-ı Seman’dan bir asır sonra Mimar Sinan tarafından yapılan Süleymaniye külliyesi 1550-1557 özellikle medrese-i evvel, sâni, sâlis ve râbi isimleriyle dört medrese, bir tıp medresesi ve dârüşşifâ ile darülhadisten oluşmuştur. Bu da Osmanlı Devleti’nde eğitimde varılan en üst noktayı göstermektedir. Medrese Sistemi Devlet bu gelişmelere rağmen medrese sistemini her fırsatta desteklemiştir. Hatta 1675’te sünnet düğününde tamamen boşalmış olan Galata Sarayı ve İbrahim Paşa Sarayı medrese haline getirilmiştir. Dahası buralara müderris tayin edildiği de bilinmektedir. Balkanlarda medrese konusuna tekrar geldiğimizde Osmanlı’nın buraya eğilimi olduğunu ve medreselerin buralarda yoğunlaştığını görmekteyiz. Osmanlı dönemi boyunca Bulgaristan’da 142 medrese, 273 mektep, Yunanistan’da 182 medrese, 315 mektep, eski Yugoslavya’da 223 medrese, 1134 mektep ve Arnavutluk’ta yirmi sekiz medrese, 121 mektep olmak üzere toplam 575 medrese ve 1843 mektebin yapıldığı tespit edilmiştir. Bunlarla birlikte İstanbul’da sur içinde birçok medrese olduğu bilinmektedir. Ayrıca medreseler Anadolu vilayetlerinde de yaygınlık göstermiştir. Kayseri, İzmit, Amasya gibi şehirlerde onlarca medrese aktif olarak çalışmıştır. MEDRESE ÖĞRENCİLERİ VE DERSLERİ Medrese talebelerinden aşağı seviyelerdeki tahsili görenlere suhte veya softa, Sahn-ı Semân ve Süleymaniye gibi yüksek seviyedekilere ise danişmend denildiği belirtilmiştir. Aslında bu uzun tahsille başlayan ilmiye yolu, Müslümanlar için devlet hizmetinde ana yükselme kanalı olmuştur. En fakir bir köylünün bile medreseye yazıldıktan sonra tahsilini bitirip müderrislik ve kadılık gibi muteber mevkilere gelebileceği bildirilmiştir. Osmanlı’da medrese öğrencileri her zaman odak noktası olmuştur. Devletin güçlü ve zengin zamanlarında devlet, öğrencilerin bütün ihtiyaçlarını karşılamıştır. Devletin zayıflayıp gelirlerin azalması ile medreseler göz ardı edilmiştir. Ancak halk bu sefer medrese öğrencilerini yalnız bırakmamış ve onlara ellerinden gelen yardımı yapmışlardır. Öğrencilerin eğitimine odaklandığımız zaman onların medrese içindeki hayatı, dereceleri, dersleri ve mezun olması için gereken imtihanlara göz atmamız gerekmektedir. DERSLER Medresede okutulan dersler esas itibariyle cüz’iyyat denilen hesap, hendese, hey’et ve hikmet dersleri; alet ilimleri ulum-ı âliyye kabul edilen belâgat meâni, bedi, beyan, mantık, kelâm Arap sarf ve nahvi, dil ve edebiyatı dersleri denilen tefsir, hadis ve fıkıh derslerinden oluşmuştur. Dersler önceden belirlenmiş kitaplardan takip edilmiştir. Bu kitapların İslam dünyasından önemli kişiler tarafından yazılmış kitaplar olduğu belirtilmiştir. İlk medreselerde belirli skalada olan kitap çeşitleri daha sonra artmış ve farklı alanları içine almıştır. İslam dininin de etkisi ile kitaplarda Arapça öne çıkmış ve kitapların çoğunluğu Arapça olarak yazılmıştır. Ancak eğitim dilinin Türkçe olduğu da ifade edilmiştir. Buradan hareketle Osmanlı eğitim sistemi dini temeller üstüne oturtulmuştur. Dahası bu sistem Doğu kaynaklı olarak düzenlenmiştir. XV-XVI. yüzyıllarda Osmanlı medreselerinde okutulan otuz üç kitaptan on üçünün İran’da, onunun Mısır’da, yedisinin Mâverâünnehir, Harizmşah ve Fergana’da üçünün Anadolu ve Horasan’da yetişmiştir. Öğrencilerin derecelerinde ise klasik olarak eğitim ve zaman olarak daha tecrübeli ve tecrübesiz gibi bir ayrım vardır. Genellikle her medrese odasında ’oda-nişin’’ ve ’çömez denilen iki talebenin kaldığı da söylenmiştir. Çömezin asıl oda sahibinin işlerini gördüğü ve dersleri oda sahibi müzakere ettiği açıklanmıştır. Talebelerin imtihanları onların icazetname almasını sağlamaktadır. Medrese silsilesini takip ederek tahsilini tamamlayan öğrencilerin bu belgeyi almaya hak kazandığı belirtilmiştir. Bu belge ile artık öğrencilikten çıkıldığı ve ’mülazemet’’ denilen safhaya geçildiği dile getirilmiştir. Bu aşamaları takiben belirli bazı sınavlar daha yapılıp bu öğrencilerin devlette belli yerlere gelmeleri sağlanmıştır. Sosyal Hayat Talebeler aynı zamanda sosyal hayatta da etkin rol oynamıştır. Özellikle sayılarının git gide arttığı 19. yüzyılda bunlar üzerinde otorite kurmak zorlaşmıştır. Ayrıca bazı olaylarda da aktif rol oynamışlardır. Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz devirlerinde İstanbul’daki talebe-i ulûmun hükümet aleyhine isyanı karşısında çaresiz kalınmıştır. Medreselerin maddi olarak gelirsiz kalmıştır. Dahası öğrencilerin boş zamanlarında köylerde çalışması ile bu olaylar artarak devam etmiştir. Bu hadiseler ardına artık medreselere girmek zorlaştırılmıştır. Medreseye girmek isteyen öğrencilerden kefil istenmiştir. Ayrıca kurallara uymayanlara ve halk içinde problem çıkartanlara cezalar uygulanmıştır. Padişahlar bu talebelerin kontrollerine önem verdiği için her zaman onların ihtiyaçlarını karşılamaya özen göstermişlerdir. Çeşitli şekillerde bu çevrelere para ve yiyecek yardımı yapılmıştır. Hatta II. Mahmud yeniçerileri kaldırmaya çalışırken ona destek veren talebelere para dağıtmıştır. MÜDERRİSLİK Medreselerde asıl önemli vazifeyi üstlenenlerinders vermekle yükümlü tutulanların müderrisler olduğu belirtilmiştir. Bu sebeple müderris, İslâmi eğitimi esas ögesi olarak kabul edilmiştir. Hatta okutulan öğrenciler hakkında bilgi istendiğinde hangi kitapları okuduğu değil hangi hocadan eğitim aldığı daha önemli olmuştur. Müderrislerin önemini halkta bilmiş ve onlara saygı göstermişlerdir. Osmanlı eğitim sisteminde müderris önemli bir eğitimden sonra icâzet, mülazemet, ve berat alarak medreselerde ders okutan hocalara denilmektedir. İlk Osmanlı medrese hocaları yetişmiş ünlü kişiler olup bunlardan seçilmiştir. Daha sonra sistem hem öğrencisini hem hocasını kendisi yetiştirmeye başlamıştır. Tecrid Medresesi Müderrisleri Medrese derslerini sırasıyla görüp danişmend olan talebe, bundan sonra mülâzemet ve kazasker defterine kaydolunarak nöbet sırası gelince eş aşağı derecedeki Haşiye-i tecrid medresesi müderresliklerinden birisine tayin olmaktadır. Bu medrese müderrisliklerinin yirmi ve yirmi beş akçe yevmiyeli olduğu da belirtilmiştir. Yirmi akçeli medreselerin bir nevi çömez müderrislerin ilk yerleri olduğu ifade edilmiştir. Çünkü akçenin artmasının aslında müderrisin terfisi olarak görüldüğü bildirilmiştir. Hâşiye-i tecrid müderrisi olan zat, terfi edince bir derece yüksek olan otuz, otuz beş akçe, yevmiyeli Miftah Medreselerinden birinin müderrisliğine ve daha sonra Kırklı, Hariç Elli Medreseleri müderrisliklerine yükselmiştir. Bu Kırklı ve Hariç Elli Medreseleri Anadolu’da beylik kurmuş olan hükümdarların veya onların kız ve ailelerinin yaptırmıştır. Kırklı Medreselerinde kelâmdan Mevakıf ve Makasır şerhi ve Hariç Elli Medreselerinde fıkıhtan hidaye tedris edilmiştir. Dâhil Medreseleri Hariç Elliden terfi eden müderrisin Dâhil müderris olduğu belirtilmiştir. Dâhil Medreseleri içinde en önemlisinin Fatih’in yaptırmış olduğu sekiz Tetimme Medreseleri olduğu da ifade edilmiştir. Bu Dâhil Medreselerinin yolu Sahn Medreseleri olduğundan dolayı Mûsıla-i Sahn da denildiği söylenmiştir. Dâhil Elli Medreselerinin şehzadelerin, şehzade valideleriyle padişah kızlarının ve padişahların yaptırmış oldukları medreseler olduğu dile getirilmiştir. Ayrıca bu yollardan geçen müderrislerin başarılı oldukları da terennüm edilmiştir. Hatta bunlar kendilerini gösterebilirlerse Sahn-ı Seman Medreselerinden birisine atanarak bu şekilde profesör oldukları da bildirilmiştir. Sonraki dönemlerde Altmışlı Medreselerde çıkmış ve bu şekilde terfiler olmuştur. MEDRESE ÇEŞİTLERİ Osmanlı’da medreseler tek tip olarak teşekkül etmemiştir. Farklı yapılarda farklı yoğunlukta eğitim verilen medreseler varlığını göstermiştir. Bu medreseler hem içlerinde verdikleri derslere göre hem de yapıları itibari ile farklılıklar gösterebilmektedir. İlk dönem medreselerinde daha çok dini eğitim alan talebeler daha sonraki yıllarda matematik, mühendislik, tıp gibi teknik konuları da ders olarak görmüştür. Bu medreseleri toplam altı başlıkta görebiliriz. Ellili Medrese derecesinde ikilik olduğu için yedi olarak da düşünülebilir. İlk derece Haşiye-i Tecrid Medresesidir. Bu medresede müderrise 20 akçe verilmektedir. Medreselere bu adın verilmesinin sebebi Seyyid Şerif Cürcanî’nin, Nasuriddin Tusî ye ait olan Tecridü’l-İ’tikad isimli kitabına, Haşiye-i Tecrîd ismiyle yazdığı haşiyesinden gelmesinden dolayıdır. Daha sonraki derece ise Miftah Medreselerdir. Bu medreselerde ders olarak belâgattan Şerh-i Miftah’ın okutulmasından kaynaklı medreseler bu isimle anılmıştır. Derece olarak Hâşiye-i Tecrid Medreselerinin üstündedir. Müderrislerinin 30-35 akçe aldıkları bilinmektedir. Diğer bir medrese derecesi olan Kırklı Medreseler ise Taftezânî’nin fıkıhla ilgili Telvîh isimli kitabın okutulması sebebiyle Telvîh Medreseleri olarak isimlendirilmiştir. Önceki medreselerden farklı olan Ellili Medreselerde ise hariç ve dahil olmak üzere iki bölüm vardır. Burada müderrislere 50 akçe verilmektedir. Sonraki dönemlerde oluşturulan Altmışlı Medreselerin derece bakımından Sahn kurumlarından yüksek olmalarına rağmen eğitim sürelerinin Sahn Medreseleri kadar olduğu belirtilmiştir. Sahn Medreselerinde bazı derslerde okutulan eserlerin tamamlanması söz konusu olmaktadır. Bu mekanların müderrislerin günlük 60 akçe ücret aldığı medreseler olduğu da söylenmiştir. Sahn-ı Seman Medreseleri Son olarak iki padişah ile özdeşleşen medreseleri ele alacağız. Bunlardan ilki olan Fatih zamanında yapılan Sahn-ı Seman Medreseleri İstanbul’un fethi ile başlayan döneme denk gelmektedir. Fatih’in zaten İstanbul’u bir kültür başkenti yapmak istemiştir. Ayrıca eğitime verdiği önem ile Sahn-ı Seman Medreseleri öne çıkmıştır. Fâtih, İstanbul’daki imaretini yapmak için çevresinde Bizans İmparatorlarının mezarları bulunan Havariyyun Kilisesi’ni yıktırarak, mezarları kaldırmış ve yerlerini dümdüz bir hale getirmiştir. Sahn-ı Seman Medreseleri “sahn” isminden gelmektedir. Arap dilinde geniş sahralara ve düzlüklere bu isim verildiği için ismini buradan almıştır. Yapılan bu medresenin Osmanlı’da o zamana kadar yapılmış en kapsamlı medrese olduğu belirtilmiştir. Fatih, içinde cami, hastane, tımarhane, han, sıbyan mektebi ve bir kütüphaneden oluşan bir külliye yaptırmıştır. Fatih Külliyesi Fâtih külliyesinde sıbyan mektebinden en üst düzey medreseye kadar dönemin bilgi ve insan yetiştirme kültürü ile bütünleşen akademik amaçlı bir yapılanma görülmektedir. Beylik dönemine ait medrese vakfiyelerinde tedris faaliyetleri genellikle naklî disiplinler çerçevesinde şekillendirilirken, Fâtih külliyesi vakfiyesinde bu konuda aklî ve naklî bilgi disiplinleri beraber yürütüleceği vurgulanmıştır. Bu yapılara bu dönemde bu kadar önem verilmesinin sebebi Fatih olarak görülmüştür. Ancak dönemin şartlarına baktığımız zaman genişleyen İmparatorluk toprakları ile ihtiyaç duyulan yetişmiş insan problemi de bu medreselerin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Başlarda sadece temel bir ilmi yuva olan medrese kurumu daha sonra devletin içinde önemli yerlerde görev alacak insanları yetiştirmiştir. Süleymaniye Medreseleri İkinci olarak ise Kanuni Sultan Süleyman emriyle yaptırılan Süleymaniye Medreseleri öne çıkmıştır. Fatih Sultan Mehmed tarafından kurulan Sahn-ı Semân, tefsîr, usûl-ı fıkıh, fıkıh, kelâm ve Arap dili ile ilgili eğitim yapan ilahiyat, İslâm hukuku ve Arap edebiyatı üzerine dersler veren bir müessese olduğu belirtilmiştir. Müspet bilimlere ait olan tıp ve riyaziyat gibi alanlara duyulan ihtiyaç göz önüne alınarak Tıp, Riyaziye ve ilaveten Dârü’l-hadîs isimli Medreseler de yerini almıştı. Kanunî Sultan Süleyman XVI. asır ortalarında eski diye bilinen yerin geniş bahçesinin kuzeyinde Haliç’e bakan cihetinde tepede belirlemiş olduğu yerde Mimar Sinan’a camisiyle birlikte medreselerini ve diğer tesislerini inşa ettirmiştir. Bu iki Osmanlı tarihine yön vermiş padişahın yaptırdığı medreseler Osmanlı medrese sisteminin temelini oluşturmuştur. Osmanlı’nın yıkılışına kadar belli başlı değişiklikler olsa bile medrese sistemi bu yapılara göre düzenlenmiştir. MEDRESELERİN MİMARİSİ VE YAPILANMASI Erken Osmanlı döneminden itibaren külliyenin bir parçası olarak ya da bağımsız yaptırılan medreseler XVII. ve XVIII yüzyılda değişen külliye anlayışı içerisinde farklı şekillerde konumlanmıştır. XVII. yüzyılda ortaya çıkan küçük külliyeler ya da medrese merkezli külliyeler olarak isimlendirilen külliye şeması, XVIII. yüzyılda da benimsenerek uygulanmıştır. Bu külliyelerde, İstanbul Kuyucu Murat Paşa 1606-1611 ve İstanbul Ekmekçizade Ahmet Paşa 1618’den az önce Medreselerinde dersane-mescit, türbe ve sebil ile oluşturulan kompozisyon üzerinde durulduğu gibi, İstanbul Köprülü Mehmet Paşa 1661, İstanbul Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 1681-1690, İstanbul Amcazade Hüseyin Paşa 1700, Aydın Nasuh Paşa 1708, İstanbul Damat İbrahim Paşa 1719-1720, İstanbul I. Abdülhamit 1780 külliyelerinde yine odak noktası medrese olan dersane-mescit, türbe, kütüphane, mektep, sebil, çeşme, dükkan gibi değişik fonksiyonlu yapıların araziye serbest olarak yerleştirildiği düzenlemeler de sıkça uygulanmıştır. Ayrıca bu dönemde caminin merkez alındığı geometrik düzen uygulamalı külliye anlayışı değişime uğrayarak devam etmiştir. Mimari Yapı Klasik dönemden farklı olarak yapıların yerleştirilmesinde uygulanan geometrik düzen ve dik açıların bozulduğu, serbest düzende arazinin topografyasına uygun değişik fonksiyonlu yapıların oluşturduğu şemalar benimsenmiştir. Antalya/Elmalı Ömer Paşa 1610 İstanbul Sultan Ahmet 1619, İstanbul Çinili 1640, İstanbul Çorlulu Ali Paşa 1708, Nevşehir Damat İbrahim Paşa 1727, Urfa Rızvaniye 1737, İstanbul Nur-u Osmaniye 1755, Aydın Cihanoğlu 1756 külliyeleri bu grubu yansıtan örneklerdendir. XVII. ve XVIII. yüzyılda medreseler, külliye şemalarının dışında bağımsız olarak da yapılmıştır. İzmir/Birgi Darülhadis 1657, Samsun/Vezirköprü Fazıl Ahmet Paşa 1661-1676, Hakkâri Meydan 1700, İstanbul Cedit Mehmet Efendi 1705, İstanbul Kaba Halil Efendi 1767 Medreseleri bunlardan bazılarıdır. Medreselerin genel mimarı gidişatı belli dönemlerde değişirken içerideki düzen genel olarak aynı kalmıştır. Medreselerin genellikle tek katlı, avlu etrafında dershane ve talebe odalarından oluşan binalar olduğu belirtilmiştir. Çoğu medresede dershane, müderris odası ve danişmend hücreleri bulunurdu. Ayrıca medreselerde bir mescidin yer almadığı, genellikle bir mihrap yeri olan dershanelerde vakit namazı kılınmıştır. Ayrıca dershane odalarının zemini genelde hasır ve kilimle kaplanmıştır. Medreselerde ayrıca eğitim sisteminin olmazsa olması kütüphanelerde bulunmaktadır. Bazı medreselerde kütüphane odasının olduğu bazılarında ise olmadığı söylenmiştir. OSMANLI SON DÖNEMİ MEDRESELER Osmanlı son döneminde her kurumda olduğu gibi medreselerde gerileme ve istikrarsızlık oluşmuştur. Gelirlerin azalması, medreselerin arka planda kalması, öğrencilerin eski isteklerinin olmaması durumları varlığını göstermiştir. Bu yüzden Osmanlı Devleti’nin aleyhine olan bir dünya konjektörü içerisinde medreseler önemini git gide kaybetmiştir. Osmanlı Devleti alternatifler yollar aramaya başlamış lakin sistemin kendisini yenileme hususunda bir çare bulunamamıştır. Bununla birlikte başlangıçta bir dinamizm kaynağı olan medrese artık bir yük haline gelmiştir. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyun ve Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun’un kurulmasıyla daha önce önemli ölçüde bünyesinde barındırdığı teknik eğitimden mahrum kalmış medreseler , XIX. yüzyılın birinci yarısında tıphânenin teşkiliyle tıp tahsilinden, Avrupaî mekteplerin, ardından mülkiyenin kurulup devlet imkânlarıyla donatılması sonucu da önemli ölçüde fikrî ve idarî alandan uzak kalmıştır. Medrese ve Islahat 1826’da Evkāf-ı Hümâyun Nezâreti teşkil edilmiştir. Bütün vakıf gelirleri devlet hazinesine alınınca medrese ve ulemânın malî imkânları daralmıştır. Nizâmiye mahkemelerinin teşkili ve daha sonra hukuk mektebinin ortaya çıkmasıyla büyük ölçüde yargı alanından uzaklaştırılmıştır. Sadece din hizmetleri ifa eden bir konuma gelmiştir. XIX. yüzyılda II. Mahmud ve II. Abdülhamid dönemlerinde eğitim konusunda ıslahat ve yenilikler yapılmıştır. Bunun yanında en çok ıslaha muhtaç olan medrese ihmal edilmiştir. Bu tutum muhtemelen medresenin ve temsil ettiği zihniyetin ıslahının çok zor, hatta mümkün olmadığı kanaatine dayanmaktadır. II. Abdülhamid’den sonra İttihatçılar devrinde Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım ve Mustafa Hayri efendiler zamanında ciddi olarak medrese ıslahı yapılmak istenmiştir. Bununla beraber Islâh-ı Medâris Komisyonu oluşturulup çeşitli nizamnâmeler hazırlanmıştır. Geleneksel yapısından tamamen farklı, mektep tarzında yeni program Dârü’l-Hilâfe medreselerinde uygulanmaya başlanmıştır. Ayrıca Medresetü’l-kudât, Medresetü’l-eimme ve’l-hutabâ 1913, Medresetü’l-vâizîn 1913, Medresetü’l-mütehassısîn 1914, Medresetü’l-hattâtîn 1914, Medresetü’l-irşâd Medresetü’l-eimme ve’l-hutabâ ile Medresetü’l-vâizîn’in birleştirilmesiyle, 1919 kurulmuştur. Ancak I. Dünya Savaşı ve arkasından imparatorluğun tasfiyesi sebebiyle bu okullar uzun süre devam edememiştir. XX. yüzyılın başlarından itibaren Beyânülhak, Sırât-ı Müstakîm ve Sebîlürreşâd gibi devrin muhafazakâr mecmualarında medreseyi değerlendiren, çözüm önerileri ileri süren makaleler yazılmıştır. Medreseler, 3 Mart 1340 1924 tarihli Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu ile Maarif Vekâleti’ne devredilmiştir. Ayrıca kanunun neşrinden on üç gün sonra bütün medreseler kapatılmıştır. SONUÇ Osmanlı Medreseleri konusunu belli parametreler üzerinde ele almaya çalıştık. Bu mekanlar devletin kuruluşu ile beraber başlanan eğitim faaliyetlerinde öncü olmuştur. Ayrıca önemli padişahların özenle ilgilendiği kurumlar olmuşlardır. Bu kurumlar esas itibariyle bir vakıf kurumu olmasına rağmen devletin sıkı denetlemesine tabi olmuştur. Daha devletin teşekkülünün yeni tamamlandığı sıralarda ilk medreseler yapılmış ve her zaman ehemmiyetini korumuştur. Öyle ki Osmanlı medreseleri kuruluşundan itibaren kadar ilmi ve fikri hayatta etkili olmuştur. Ayrıca devlet ve toplumu belirli seviyelerde yönlendiren bir kurum da olmuştur. Şer’i ve hukuki mevzuatın tedvini, idari ve askeri müesseseler yanında vakıf sistemi gibi toplumsal kurumların benimsenmesinde önemli roller üstlenmiştir. Ayrıca devletin zorlandığı konularda başvurabileceği bir yer olaraktan varlığını göstermiştir. Osmanlı Devleti’nin bir dünya görüşünün oluşmasında da yine medreseler önemli rol oynamıştır. Bunların yanında İslami değerleri temsil eden bu kurum çok önemli hocalar yetiştirmiştir. Bu hocalar da yıllarca devlete, millete ve en önemlisi İslam’a hizmet etmiştir. Medrese deneyimi yıllarca Osmanlı Devleti’ne çok iyi hizmet etmesine rağmen belirli sebepler ile gerilemiştir. Hatta önemini de kaybetmiştir. Osmanlı son döneminde kendisini yenilemeye çalışmıştır. Ancak bu çabaların sonuçsuz kalacağı anlaşılınca üstünde çok fazla durulmamıştır. Son yıllarında sadece dini hizmetler ifa eden bir kurum olmuş ve kapatılmayı beklemiştir. KAYNAKÇA İNALCIK Halil, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi-1,Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul. İPŞİRLİ, Mehmet Medrese, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,2003, cilt 28. KARPAT Kemal,2003 Osmanlı Modernleşmesi, İmge Kitabevi, Ankara. KÖŞKLÜ, Zerrin XVII-XVIII Yüzyıl Osmanlı Medrese Mimarisi Erişim Tarihi Orhan, İsmail Mimari, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,2003, cilt 28. UZUNÇARŞILI, İbrahim Hakkı,1984 Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Yayınları , Ankara. YILDIRIM Sefa , KILIÇ Ümit, Klasik Dönem Osmanlı Devleti’nde Eğitim ve Öğretim. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 22 Özel Sayı, Nisan 2018 Daha fazla araştırma yazısına tarih, sağlık ve yaşam, kültür ve sanat kategorilerinden ulaşabilirsiniz. Post Views 113
12 Haziran 2014 Değerlendirme Muhammet Mazı İngiltere’de SOAS tamamladığı “Teaching and Learning in the Madrasas of Istanbul during the Late Ottoman Period” başlıklı doktora tezi ile Halil İbrahim Erbay, Tez-Makale sunumları programı kapsamında misafir edildi. Programda dört ana başlık üzerinden 19. yüzyıl İstanbul’unda medrese hocaları ve dersiamlarının yanı sıra Tanzimat ve II. Abdulhamit dönemlerinde medrese eğitimindeki gelişmeler sayısal verilerden yararlanılarak ele alındı. İbtidaî ile başlayıp Darülhadis’te biten geleneksel medrese silsilesinin 19. yüzyılda ortadan kalktığını belirterek konuşmasına başlayan Erbay’ın vurguladığı üzere, ilk göze çarpan değişimler III. Selim döneminde görülmüş, Tanzimat dönemindeki gelişmeler medrese eğitimi için bir dönüm noktası olmuş ve dönemin koşullarına göre ardıl yenilikler 20. yüzyılın ilk yıllarına kadar sıkça yapılmıştır. Erbay’a göre, III. Selim ulema düzeniyle özel olarak ilgilenmiş ve 19. yüzyılda ortaya çıkan yeniliklere zemin teşkil edecek düzenlemeler yapmıştır. 18. yüzyılda tartışma konusu olan müderrislik ve çıraklığa/mülazımlığa geçiş sınavlarından dolayı İstanbul’da gereğinden fazla müderris ve çırak görülmeye başlanmış, padişah bu duruma “ve tarîk-i ilm-i şerif bu vechile gayet himaye ve nâ-ehilden sıyânet oluna” diyerek bir takım ilkeler getirmiştir. III. Selim’in öncül yeniliklerinin ardından II. Mahmut döneminde eğitimin değişim süreci hız kazanır. Tanzimat Fermanı’nın ilanı devletteki tüm kurumlar gibi eğitimi de büyük oranda etkiler. Tanzimat döneminde medrese eğitimi alanındaki en büyük değişiklik alışılagelmiş ulema düzeninin terkedilerek daha merkeziyetçi bir yapının oluşturulmasıdır. Bu doğrultuda çok fazla yenilik yapılır. Evkaf Bakanlığı ve Şeyhülislamlık memuriyeti kurulur ve medreseler vakıflardan alınarak şeyhülislamlık makamına bağlanır. Buna bağlı olarak da medrese hocası yetiştirme ve maaşlarını ödeme görevleri Şeyhülislama verilir. 19. Yüzyılda yaşanan bir diğer büyük yenilik ise mülazemet usûlü ile ilgilidir. Bugünkü stajyerlik veya çıraklık anlamına gelen mülazemet sistemi 18. yüzyıl sonlarına kadar uygulanmış ve Tanzimat ile tamamen ortadan kaldırılmıştır. Mülazemet usûlünün kaldırılması medrese öğretiminin merkezileştirilmesi ve memurî bir kurum haline getirilmesinin doğal bir sonucudur. Tüm bu değişiklikler vakıf- medrese ilişkisini de sembolik bir hale getirir. Ayrıca, 19. Yüzyıldan önce zaten hocalığa giriş için sınav geleneği olan medreselerde, bu sınavlar geliştirilir ve geniş çaplı olarak Osmanlı illerinde uygulanır. Bu sınavların yaygınlaştırılması himaye sisteminin yok olup modern bir sınav yönteminin Osmanlı’da yerleşmesine neden olur. Önceden uygulanan öğretmenliğe geçiş sınavı iki aşamalıdır; ilk sınav çıraklık/mülazımlık için; 5 veya 7 yılın ardından yapılan ikinci sınav öğretmenlik belgesi/ ruus almak için yapılır. 1877’deki düzenleme ile tüm sınavlar sadece şeyhülislam makamında, senede bir kez, Receb ayında yapılmaya başlanır. İmtihanda sayı sınırı yoktur. 40 sorudan en az 21’ini bilen herkes “Şehadet Ruusu” alıp 3 senelik öğretimden sonra aylık maaş bağlanan “Hümayun Ruusu” alabilmektedir. 1881’de müderris sayısı çok artınca ilk sınavdan en yüksek dereceyi yapan 15 kişinin ruus alması kararlaştırılır. Ardından dönemin şartlarına göre bazı değişiklikler yapılır. Daha sonraları uygulanan yöntemler çeşitli eleştirilere de maruz kalır. Özellikle, Şeyhülislam Hayrullah Efendi mülazemet usûlünün yeniden gelmesini savunur ve bir bildirim ile yeni yönteme alışamamanın zorluklarından bahseder. Ancak kalıcı olarak isteği gerçekleşmemiştir. 19. Yüzyıl Osmanlı’sındaki zor mali koşullar tüm birimleri etkilediği gibi eğitimi de olumsuz etkilemiştir. Aylık olarak verilen maaşlar yetersizdir ve kimi zaman da gecikmeyle verilmiştir. Özellikle II. Abdulhamit döneminde maaşların aksaması nedeniyle müderrisler geçinebilmek için vakıflarda duahanlık, Buhari-hanlık, Mesnevi-hanlık gibi yan mesleklere tevessül etmiş, ücretli dersler vermişlerdir. Mali açıdan müderrisleri biraz da olsa ferahlatan bir gelişme yine Tanzimat’tan sonra yaşanmıştır; idadi, rüştiye gibi yeni okulların açılması ile, bilhassa Farsça, Arapça ve Türkçe dillerini ve edebiyatlarını bilmelerinden dolayı, müderrisler buralarda ders vermeye başlarlar. Ayrıca, Tanzimattan sonra şeri hukuka hakim olan fıkıh ve kelam hocalarına çeşitli iş imkanları sağlanmıştır. 19. Yüzyılın medreselerindeki bir diğer çarpıcı durum İstanbul’a dışardan gelen dersiam ve öğrenciler ile ilgilidir. Taşradaki hocalar daha fazla ün ve daha fazla öğrenci alabilmek için hak etmeyen öğrencilerini de merkeze çeşitli yazışmalar ve işlemler ile gönderip eğitimlerine orada devam etmelerini sağlamışlardır. Bu yüzyılda İstanbul’daki 240 dersiamdan sadece 14’ü İstanbul doğumlu olup 141’i Anadolu’dan ve 65’i Balkanlar’dan gelmişt Son olarak Erbay, İstanbul’daki öğrencilerin yaşam koşullarına dikkat çekmektedir. 19. Yüzyılda medreseyi merkezde okumak isteyen öğrenciler kendilerini eğitecek hocayı ve kalacakları yeri genellikle hanlar kendileri bulmak zorundadır. Bilhassa İstanbul’un değişen yaşam koşullarından kaynaklanan bu yeni düzenlemeler nedeniyle 19. yüzyılın sonları öğrenciler açısından zor geçmiştir.
osmanlı medreselerinde eğitim veren kişi